28 Eylül 2011 Çarşamba

ev halleri

tey teey... kış ayları, wimax projesinin en can sıkıcı zamanları, koca salondaki iki parça kanepemiz, bi ayağı kırık tv sehpamız, parçaları her bi yana saçılmış 3 adet 1000 parçalık puzzle, yeni eve ilk dost ziyareti ve özlem..








yine gelin lan



22 Eylül 2011 Perşembe

but i, being poor, have only my dreams;
i have spread my dreams under your feet;
tread softly because you tread on my dreams.
 
 

keder


18 Eylül 2011 Pazar

the fall

 

"O kadar zor oldu ki… Meğer ben hep kederlenmek için dinliyormuşum. Meğer hatırlamak ne kadar acıymış. Her şey ne kadar çabuk eskimiş, tarih olmuş. Bu şarkılar zihnimin içinde nasıl yan yana durabiliyor ben de şaşırdım. İşin ilginç yanı bunlar buzdağının görünen kısmı. Belki de bugün, bu saat oturup düşündüğüm için bunlar geldi aklıma. Her biri hayatımın bir döneminde dinleyip efkârlandığım şarkılar. Tuhaf bir şey fark ettim bu şarkıları yeniden dinlerken; onları ilk dinlediğim zamanlarda nedensiz hüzünlenirdim, şimdiyse hepsine karşılık gelen gerçek acılardan yeterince mevcut. Artık bu parçaları kendi tarihimden bağımsız dinleyemiyorum. Bir yanıyla güzel bir duygu: şarkıyla hayatın böylesine kaynaşmış olması. Bir yanıyla da hüzünlü. Evet kederli. Şarkıda söylendiği gibi: her nesnenin bir bitimi var… Uzun söze gerek yok. Biz de gelip geçerken onları dinledik."

Murat Gülsoy

16 Eylül 2011 Cuma

a ay!

my mother groaned, my father wept,
into the dangerous world i leapt;
helpless, naked, piping loud,
like a fiend hid in a cloud.

struggling in my father's hands,
striving against my swaddling bands,
bound and weary, i thought best
to sulk upon my mother's breast.


15 Eylül 2011 Perşembe

mmmıh


aynen böyle hissediyorum kendimi. kekremsi. aksi. nalet.. ne pis şeysin sen gribal enfeksiyon =/

bir doğu ekspresi hikayesi

Hava sıcaktı.

Kompartıman güneşten yayılan tüm ısıyı içine çekmiş gibiydi, üçerli dizilmiş altı koltuk yükünü almış, ziyaretçileri zaten sıcak olan ufacık odacığı nefes alınamaz hale getirmişti.

İzlemek zorunda olduğum bir amca, bir yandan sıcaktan şikayet ediyor bir yandan da sallanmakta olan trene rağmen hedefi tutturup gözlüğünün camlarını silmeye çalışıyordu. Ona göre yine bu iyiydi eskiden bu yol tam bir gün sürüyordu.

Cam açılmıyordu. Kapıyı açıp koridordaki sıcaklığı da davet etmiştik. Amcanın yanına konuşlanmış şişmanca teyze belli ki sıkışmış, homurdanarak sağa sola kıvrılıp az olan yerini çoğaltmaya çalışıyordu. Gençten bir çocuk hala camı zorluyordu, uyuyabilenler uyumuştu.

Sadece biri sessizdi altılı insan kalabalığında. Cam kenarına oturmuş, bacaklarını göğsüne kadar çekmiş, hayran hayran film şeridi gibi akan dışarıyı izliyordu. Kavruk tenli, sıska ama çevikti, kaşları gür fakat bıyığı henüz terlememişti. Sessizdi, ilk görüşte fark edilemezdi, dikkatle incelemedikçe sorana bir eşgal verilemezdi. O trende ya da hayatta köşeye sıkışmış, öyle bir çocuktu işte. 

Koridora çıktı, sigara yaktı. Biraz meraktan biraz nikotin krizinden yanına gittim. Sordum fazla sigarası var mıydı? Vardı tabii ki, olmaz mıydı? Sigaramı yaktı, yine gözlerini dışarıya kaçırdı. Nedense onun için bir başka değerliydi dışarısı. 

Açmaya çalıştıkça kapanan bir kapıydı, ısrarla zorladım. 
Önce başlangıç sorusuyla başladım nereye gidiyordu? Bir tren yolcusu için çok da yaratıcı sayılmazdı sorum ama bir yerden başlamalıydım. Cevap Ankara'ydı. Okuyor muydu yoksa çalışıyor muydu? Önce cevaplamadı, bir süre sessiz kaldı. Sonra “ikisi de yok abi” diyebildi. Ankara'ya ne için gittiğini sorduğumda, ilk sigaraları bitirmiş izmaritlerini açık camdan fırlatmıştık. 

İkinci sigarayı teklif etti ve üsteledi. Yaktım. Tekrar dışarıya bakarken, uzun süredir dışarıdan uzakta olduğunu anlattı, şu an camdan izlediği her şeyi tam sekiz yıldır görmemişti. 
Söylemeye utandığı  şeyi bir çırpıda söyleyiverdi: cezaevi çıkış kağıdını almaya gidiyordu Ankara'ya.

Hava sıcaktı. 

Kader onu arkadaşlarıyla oynarken çağırmıştı. Tam on üç yaşındaydı ve ailesi için, şerefleri için, biçilmiş kaftandı. Koşarak gitmişti abisinin yanına, ne zaman çağırsa koşardı. Gergindi abisi, kaşları çatıktı. Önemli bir görevi olduğundan bahsediyordu, artık çocuk değildi ve bunu başaracağına güveniyordu abisi.
Eline kovboy filmlerinde gördüğü silahlardan birini vermişti ve hayır kesinlikle oyuncak değildi. Çok tanıyamadığı babasını vuran adam hapisten çıkmıştı ve babasının kanı yerde kalmamalıydı. 

Abisiyle birlikte takip etti şereflerini kirleten onları öksüz bırakan adamı. Çeşmede durmuş serinlemeye dalmıştı. Abisi işareti verdi, bu en doğru zamandı. 


Hava sıcaktı. 

Elindeki silah elinden kayıyordu, elleri terliyor taşımakta zorlanıyordu. Aslında hiç istemiyordu yapacağı şeyi yapmayı ama babasının kanı hala yerde, orada çeşmenin başındaydı. Korkuyordu fakat bunu belli etmiyordu. Ayakları yaklaşmak istemediği hedefe her saniye yaklaşıyordu ve artık saniyeler eski saniyeler gibi hızlı geçmiyordu. Sanki zaman yavaşlamıştı, ağır çekimde gidiyordu sabık mahkuma doğru küçük cellat. Sanırım yeterince yaklaşmıştı. Sanıyordu çünkü bilmiyordu onu öldürmeye yetecek mesafenin aslını. Son bir kez dönüp baktı azmettiricisine, gözleri gururla dolu kahramanını izliyordu abisi. Cesaret aldı, silahı kaldırdı, namluyu doğrulttu gözünü kapattı ve iki yırtıcı ses art arda kulaklarını deldi geçti.

Hayalleri aldığı iki darbe ile yere devrilmişti. Silah seslerini duyan çocukluğu kaçmıştı.
Kanlısı vurulmadan önce dönüp bakmıştı, yöreyi de, töreyi de biliyordu. Kaçmak için yeltenmemişti bile, öylece gözlerini gözlerine dikmiş beklemişti sonunu. Sadece yapma diyebilmişti. Tek bir kelimeyle özetlemişti aslında cezasını çektiğini, yapacağı şeyin çare olmadığını, sadece kendini mahvedeceğini ve bunun ölülere bir yararı olmadığını. Özetlemişti çünkü ondan önce kendisi yaşamıştı ve şimdi tek kelimeyle anlatabildiği şeyleri biriktirebilmesi 10 yılını almıştı.

Harbi delikanlı adamdı!

Kurbanı ile ilgili söyleyebildiği tek şey buydu. Onu tanımıyordu, adı Abdullah mı neydi, sadece babasını vurduğunu biliyordu. Onu orda yüzüne bakıp, silahına bile davranmadan sadece sonunu beklerken, tetiğe basmadan önceki bu kısacık zamanda tanımıştı. Ama Allah var ne yalvarmıştı, ne kaçmıştı o yüzden yürekli, delikanlı adamdı.
Adamın ölmeden önce söylediği son şeyi şimdi anlıyordu ve onun da anlaması sekiz yıl sürmüştü. Sekiz sürgünlerle geçen yıl. Sekiz vücudunda çıkan ilk kılı cezaevinde verdikleri jiletle kestiği yıl. Sekiz kapalı duvarlar arasında ergenlik geçirmek zorunda kaldığı yıl. Sekiz matematik, fen öğrenmesi gerekirken eline geçen nesnelerden silah yapmayı öğrendiği yıl.
Bir traş bıçağı alınıp içinden jileti çıkarılır, sobanın üzerinde eritilerek kalıp haline getirilmiş sabuna dökülüp soğumaya bırakılır. Sonra jileti çıkarılmış traş bıçağının plastik sapına takılır. Kendinizi koruyacağınız ya da hasmınızı yaralayacağınız bıçağınız hazırdır.
Koridorda keskin bir sidik kokusu, ter ve kompartımanlardan yükselen ayak kokusuna karışmıştı. Pencereden içeri girmeye çalışan az miktarda taze havayı üç kişi paylaşıyorduk. Arkamızdan, hafif topluca, temiz yüzlü, yanakları al bir çocuk dar koridorda bacaklarımıza sürtünerek geçti. “Dikkat et abi cepçi bu çocuk” dedi. Takım elbiseli bir adam ateş istedi, yok dedi. “İbne abi bu o yüzden vermedim” dedi. Müzik dinleyip etrafı izleyen bir üniversite öğrencisine “torbacı” dedi. Cezaevindeki herkes suçluydu ve ona göre trende bile hala oradaydı. Gerçek şu ki, genç olduğu son sekiz yılda suç işlememiş insan tanımamıştı.
Sekiz yılda altı cezaevi değiştirmişti. Her gittiği yerde koğuşların ağaları tarafından ezilmek istenmiş, kimisi ırzına geçmek istemiş, kimi tuvalette pisliğini temizletmek istemiş, hiçbir yerde kendini ezdirmemişti. “Abi ya onlar vuracaktı bana ya ben onlara vuracaktım ben vurdum sürüldüm” dedi. Gardiyanlardan olsun sübyan koğuşundaki diğer çocuklardan olsun yediği dayakları hatırlayamıyordu, fakat artık geceleri uyuyamıyordu. “Gece uyursan ölürsün abi, gece kendini savunacaksın gündüz uyuyacaksın” dedi. “Tuvalete yalnız gitmeyeceksin emanetin hep yanında olacak” dedi. “Hasmın karşıdan sana doğru geliyorsa ve eli arkasındaysa, bil ki emaneti elindedir, o seni şişlemeden sen onu şişleyeceksin” dedi.
Dehşete düşmüştüm. O anlattıkça kendi rahat hayatımı düşünüyor anlattıkları karşısında eziliyordum. Onun hapse girdiği yıl ben yazılıdan düşük not aldığım için kahrolmuştum. Onun dayak yediği günlerde ben şımarıklığım sonucu annemin attığı güdümlü terliklerden kaçıyordum. Onun cezaevi avlusunda hasımlarını gözleyerek volta attığı günlerde, ben kan ter içinde bir topun peşinden koşuyordum. Onun uyuyamadığı tüm gecelerde ben uyuyordum.
Hiç rahat etmedin mi diye sordum “ettim abi” dedi. On sekizine basınca ıslahevinden normal cezaevine alınmış. “Büyükler koğuşunda herkes çekeceği cezaya bakar abi” dedi. “Kimse kimseye istemedikçe bulaşmaz, oradakiler mazlumu korur” dedi. Çocukların masum, büyüklerin daha saldırgan olduğu dışarısıyla tezattı demek ki içerisi. Islah olması gereken sübyanlar büyüklerden çok dehşet saçıyordu içeride belli ki.
Gözleri uzaklara daldı. “Aileni mi düşünüyorsun” diye sordum “benim ailem yok abi” dedi. Artık yok.

İçeri düştükten sonra ilk zamanlar birkaç defa yazmışlar sonra kesmişler arayıp sormayı. “Çocuksun abi geceleri anneni istersin yanında kimse olmaz, düştüğünde nazlanacağın biri olmaz tek dayanağın mektuplardır” dedi. “Ben onlar için içeri girdim onlar benden iki kelamı esirgediler” dedi. Sadece para göndermişler ki özlemi, istekleri, hissettikleri için çok ucuz bir bedeldi ona göre. Ağabeyi haber göndermiş çıkınca gel yanımıza diye. Gitmem aramasınlar boşuna diye cevaplamış haberi. “Kanlılarından mı korkuyorsun?” dedim “yok abi olacağı varsa gelir bulurlar ben onların yüzünü görmek istemiyorum” dedi.

Gözleri daldı tekrar.

Gardiyanlardan biri bir mektup getirmiş bir gün. Vermişler eline, kimden diye sormuş kadınlar koğuşundaki bir başka hükümlüden demişler. İçini açmış, kendini anlatan kısa bir not ve fotoğrafını iliştirmiş karşıdaki kişi. Sıcakmış sözleri, gözlerini bir görsen ateş gibiymiş, hele yüzü çok güzelmiş. Hemen cevap yazmış heyecanla her gelen mektupla daha da tutulmuş, aşık olmuş. Onun için hayat artık cebindeki o fotoğraf olmuş. Geçirdiği tüm kötü günlerde, sürüldüğü her yerde yazılı birkaç kelime destekçisi olmuş.
Daldığı her yerde artık gözleri onu görür olmuş.  
“Bundan sonra ne yapacaksın?” dedim, hüzünlendi. Hayatı ellerinden kayıp gitmişti. “Artık bu yolun yolcusuyuz abi, bize kimse iş vermez, cezaevinde tanıştığım ağabeylerin yanında bir işe girerim bir iki yıl sonra da ya geri içeri girerim ya da ölür giderim” diyordu. Söz söyleyemedim. İşlerini hallettikten sonra görüşe gidecek, sevgilisinin de üç ayı kalmış çıkınca evlenecekler. Bir tek buna sevinebildim.
Tren salına salına dağların arasından süzülüyordu, yaşlı amca kafasını geriye yaslamış horlayarak uyuyordu, kitap okuyan bir genç dışında, diğerleri de uyumuştu ama kimse uykunun tadını amca kadar çıkaramıyordu.
Derin bir sessizlik oldu sanırım hikayesini anlatmış rahatlamıştı, isyan etmiş zehrini akıtmıştı. Dışarı tekrar baktı nazlı nazlı akan bir nehir ve etrafındaki yeşil ağaçları gördü, bir çoban koyunlarını otlatıyordu, nehrin kenarında çocuklar eğleniyordu. Gülümsedi. Bana döndü ve -ee abi sen ne yapıyorsun?- dedi.
Ben o sıra, başıma gelen basit şeylere üzülüyordum. Sahip olduklarıma inat şımarıyordum. Gördüğüm güzelliklerden sıkılıyordum. Yeterince rahat uyuyamadığım için eski yatağımı bir yenisiyle değiştiriyordum. Dışarıda onlarca lokanta arasında yiyecek doğru düzgün bir şey bulamıyordum. Eğer tam olarak o an ne yaptığımı sorarsanız bunları düşünüp, onun yaşadıkları karşısında utanıyordum.
Döndüm “okuyorum” dedim, “başka?” dedi “hiç..” dedim. Çünkü onun yaşadıkları karşısında benimkiler hiçti.

Trenin düdüğü çalmış, kondüktör elimdeki biletle gidebileceğim son istasyona geldiğimi söylüyordu.
Çantamı aldım, yol arkadaşımla vedalaşacağım sırada elimi uzattım fakat hitap edemedim. Hayat hikayesini, acılarını, aşkını dinlediğim çocuğun henüz adını bilmiyordum. Mahcup bir şekilde, dalgaya vurarak ismini sordum.

İsmi Ömer’di.

14 Eylül 2011 Çarşamba

dark express



trene binsek, koltukları karşılıklı çevirsek, votkamızı içsek, gitsek.. 


12 Eylül 2011 Pazartesi

gens una sumus




Geceden 2-3 zibidinin gaza gelip ertesi gün 25 kişiyi Uludağ yollarına dökmesiyle başlayıp Kertel şelalesinde son bulan, sanırım hayatımın en eğlenceli sülale organizasyonlarından birinin anatomisidir bu yazı. Becerikli yengelerin şipşak kurduğu sofralar vs aile erkeklerinin beceriksizce mangal ateşini kontrol altına alma çalışmaları, bayıra kurulan obamızın üstüne yayılan kaygan kafkas kilimlerinde aşağı kayıp duran anneanneler, Macaristan kökenli olup Türkiye topraklarında ve o karmaşanın içinde nereye kaçacağını şaşıran bi ufacık Sherry ve bissürü et!





Sülalenin bıcırık kadrosundan kısa bir görünüm ve bir anektod. Sağdaki ufaklık düşüp çeneye mavi iplikten dikişler yiyince, soldaki yaramaz tarafından "mavi sakal sıla" tespitiyle bizi yamulttuydu.




Şelaleyi bulucaz diye 38969783254 km yol teptikten sonra karşılaştığımız kuru vadi. Fotoğrafta kardeşimin maceracı ruhu da görülebilir. Gün boyu bi ağzına böcek atıp "ımm taste like chicken" demediği kalmıştı =) (evet yazar burda Bear Grylls'e gönderme yaptı.

 

 Neyse pikniğe dönelim :






Anneannem bazen çok ilginç pozlar verebiliyor. Ah bi de doğru kişiye pozlayabileydim de görebileydiniz..










Ve son foto. Tee alamanyalardan gelmiş bi küçücük Sherry her arabaya bindiğimizde öyle bi bakıyordu ki gözümüzün içine.. "almanya'ya gidiyoruz di mi? hı? n'olur eve gidelim!"

ahaha n'olur beni kurtarın bakışı yok mu.. yirim!





Gündemi gazetelerden takip etmek

Türkiye ile İsrail arasına ne ara girdi lan Adriana Lima?

Aklım çıkayazdı, Türk erkeğinin en çok arzuladığı 20 seksili kadın arasında Netanyahu'yu beşinciymiş gibi gördüm. Oha! Ben onu nasıl gördüm?
En son Türkiye ile İsrail arasındaki gerilim haberini okuyordum, büyükelçilere gidin biraz kendi kapınızın önünde oynayın demiştik, Kılıçdaroğlu İsrayilli gibi konuşmuştu da, Davudoğlu ya o bi sittirsin gitsin demişti. Arda maçta gol atmıştı, Ahmet arkasından bir tane çakmıştı. Fenebahçe'nin şike yaptığını öğrenen BM rapor hazırlamıştı. Yok! Raporu UEFA hazırlamıştı, İsrail'i şampiyonlar ligine almamışlardı... Dur lan dur karıştı iyice.

Baştan alalım, Putin dolaylı yoldan 1000 kızın memesini elledi, dış mihraklar baskette bizi yendi. İki kardeş bu bayram birleşip Bilent Ersoy'a girdi. Aha magazin! Hayatta okumam siyasete geri dönüyorum. Dış basında fena gazlanıyoruz, 'olum İsrayil'e dalın her türlü biz de dalarız' deniliyor. 'Hacım zaten onu abisi de evde dövecekmiş çok sinirlenmiş' türevi yorumlar var. Muhalefet alınan kararlara tepkili, babacan bakan büyüme beklentimizi indirdik dedi ama bu muhalefetin tepkisinden önemli bişey değil, o yüzden üstünde durmuyorum.
Küçük İskender'in gençlere vermeyi planladığı intihar ve eşcinsellik konulu panel, muhteşem en kahraman yazarlarca gündeme getirildi. Artık çok sağduyulu ve pek saygılı halktan bazı alnı kılıçlılar, başlarında kukuleta, ellerinde meşalelerle nazikçe uyarır muhatapları.
-Ünlülerin hiç görmediğiniz frikikleri- abi gözünü seveyim iki dakka dur ya ciddi bişi konuşuyoruz şurda!
Ne diyoduk? Heh! ünlülerin skandalları . - Olum o nerden çıktı, açıklama yapan dışişleri bakanı. - Ama skandalı olan içişleri bakanı hemde Silovenya'nın olum kadın çıplakmış. -hadi be nerde? dur abi kapat haberi akşam galeride çıkcakmış.
Eskmen dergisi Türkiye'de yapılan çaksanız kime çakardınız anketinin sonuçlarını açıkladı. Sonuçlarda süpriz bir şekilde en çakılası kadın Adriana Lima çıktı.

9 Eylül 2011 Cuma

ilk büyü


 

Ne fenaydı be!

Kaşları çatık karşılamıştı beni tevekkeli geç kalmıştım. Attığı sert mesaj, atılanların ilki olmasaydı eğer bir şeylerin ters gittiğini anlayacaktım. Kıyas şansım olmadığından anlamadım.

Gözü çantadaydı, içini açıp bir an önce kontrol etmek istiyordu ama verilmiş adab-ı muaşereti hal hatır sorması gerektiğini emrediyordu. Sordu ve sorusu cevaplandı. Çantanın içine baktı, görünce rahatladı. Bekleme süresi boyunca yazdığı tüm felaket senaryoları tozlu raflara kaldırılmıştı.

Çok mu panikti ? Tatlı mıydı? Yoksa paniklerken mi tatlıydı?
Bir ileri bir geri yürüyor kafasında bilmem kaçıncı kez tekrarladığı sunumunu yapıyordu, çatık kaşlı, sinirli, hayali ama tanıdık hocalarına karşı.

Yok yok tatlıydı!

Kadim bir sohbete başlayan iki yabancıydık.
Kelimeler ambalajından yeni çıkmıştı. Heyecanlıydım, o utangaçtı. Yo yo kesinlikle çekingen değil aksine cesurdu. Gözlerini gözlerime dike dike konuşuyordu, kelimeler ağzından çıkmadan önce, gözlerimden süzülüyordu içime, söylemeden önce alevleniyordu içimde sözlerinin sıcaklığı.

Ustaca inşa edilmiş bir duvarın iki yanındaydık, ipler onun elindeydi. Ne samimiyetin dozunu artırıp ona yaklaşabiliyordum ne de sohbette çıkmaza girip ondan uzaklaşabiliyordum. Bağlanmıştım ve tamamen onun tarafından kontrol ediliyordum.
Soğuk gibi ama samimiydi, sert gibi ama merhametliydi, ciddi gibi ama komikti , beç gibi ama zekiydi.. Görmediğim şeyler görmüş, hayranlık arası idrak etmeye çalışıyordum. Bildiklerimi unutmuş sadece ona bakıyordum. Yıllarca etiketleyip kategorilere ayırdığım hiçbir insan grubuna sokamamıştım. Arkadaşlarıma bu heyecanlı karşılaşmayı anlatırken onu tanımlayacak bir sıfat düşündüm bulamadım. Güzel desem o sadece güzel değildi, zeki desem ondaki zekadan öte bir şeydi.. Daha önce kullanılan sıfatlar arasından sadece 'eşsiz' i seçebildim, çünkü daha önce kimse onun gibi birini tasvir etmek zorunda kalmamıştı.

Kısa bir düş gibi gitti sonra ardından bakakalmıştım. Karşıma ilk çıkan dostuma gördüğüm bu rüyadaki kadını eşsiz diye anlatmıştım... 







7 Eylül 2011 Çarşamba

4 Eylül 2011 Pazar

hımhım


çok pis kidili resim-müzik-video ekliyciim buraya gençler hazır olun :Ç

başa vurunca


Hiç kimseye hiçbir şey anlatabildiğim bir andı. Düşmüştüm, dilim kanıyordu.


Perde açıldı, sahnede bunalım bir oğlan, sonbahar temalı dekor önünde, havaya attığı taşları tekmeyle uzaklara atmaya çalışıyordu. Ekseriyetle tutturamıyordu ama ısrarla her seferinde daha da hırslanarak deniyordu. Hatta öyle ki bir an neden bunalım olduğunu unutup sadece hedefi tutturamamanın siniriyle saldırdı masum taşlardan kaçamayanlarına. Sonunda kaçamayan taş duvara çarptı, duvar bir şey anlamadı ama taşın çok canı yanmış olmalı, oğlan rahatladı.


Ferdi abinin huzuru kalmamış benimkini verdim şimdilik kullansın diye. Çok içli söylüyodu dayanamadım gittim sabahçı kahvesine teslim ettim bende kalanı ona, yazık lan insan o da.


Dilim kanıyo hala. Kan kusuyorum sevdiklerime. Konuştukça acımı suratlarına tükürür oldum . Pis bi insanım şu sıralar hani evlat olsam çekilmem.Bekliyorum aradan çekilemediğim anlardan birinde çok pis punduna gelicem ağzımı burnumu dövücek iç ve dış mihraklar. Düşenden bile dayak yicem, yüzsüz yüzsüz sırıtıcak kenardan yaprak.


Bir rüzgar esse, bir dal kopsa bir ağaçtan ya da bir yaprak.. alıp götüremez beni bir yere ama en azından hatırlatır bir şeylerin hala yer değiştirebildiğini. Bakarsın onu görüp rüzgarsız koparım dalımdan ben de ve değişir birden her yerim. yeni yeni umutlarım ve sabit sevgilerimle.


Haydi biraz daha bekleyelim. Sabır 12'yi geçince dansöz çıkıcakmış. 

Gitmis olamazsin ki..


sen gittin..

yarim kaldik dicem de biz yarim falan kalmadik isil.. biz kalmadik...

kalbimizde yasiyosun falan dicem, melek oldu dicem ama diyemiyorum isil kabullenmek zor gitmis olamazsin.

O hobit evinde bilgisayarin basina coreklenmissin uzatmissin ayaklarini biz aradikca acmiyosun telefonunu usendigin icin disari cikmaya. ya da uyuyakalmissin isten geldiginde. heh kesin uyumustur diyoruz her cevap alamadigimizda.

gitmis olamazsin isil.

naber yavru diye cikip geleceksin sen. biz 8 de bulusucaz diye sozlesicez sen 9 da geliceksin, kizicaz sana sen o gulumsemenle amaan geldim iste diyeceksin, ama geliceksin. olmaz ki gelmesen. daha sinav kagitlarini okuyacagiz isil, donem odevinin sorularini hazirlicaz, daha askimi anlaticam sana, akil danisicaz biz sana, yaptigin yemek denemelerine kobay olucaz. film tavsiye ediceksin bize..

bitmedi ki daha..

bitemez ki isil, cafeni acmadik daha oyun makinalarini koymadik. duvarlari posterlerle kaplamadik daha, salsa kursuna gitmedik henuz isil, daha anne olmadin.. tugba'nin iddiasi ne olucak isil kim goturucek onu tatile..

ben yine her aksam aricam seni, her haftasonu arafa cagiricam seni, carsambalari erdalin gaziyla ozge fiskin dinlicez, cikista midye yicez..

kime gidicez isil..

biz her kotu oldugumuzda kime kosucaz, biz mutlu anlarimizi kiminle paylasicaz ilk?
kim cesaret vericek birine acilmaya ya da verecegimiz her kararda?
nasil gulucez biz artik her absurd durumda ne kadar boktan da olsa?

seni goruyorum ben baktigim her yerde, ruyalarimda, daldigimda, benzetiyorum yuruyen her kivir kivir sacli kizi sana,

farkindayim bencilim, hep bizi dusunuyorum, hep kendimizi dusunuyorum, hep diyorum bize ne olacak.. sormuyorum dimi sana ne oldu diye, iyi misin simdi diye, sonucta senin secimindi..
kiziyosun bana yukardan cunku kizardin ben ne zaman agzindan laf almaya calissam, kizardin ne zaman konusturmaya calissam, kizardin yanliz kalmak istediginde birakmassam.. ama sonunda anlatirdin, bi sekilde hep anlatirdin.. bu sefer neden olmadi isil? bu sefer niye gitmedim ustune, bu sefer neden dinledim ben seni.. 

niye tutamadim ben seni..

beceremedik isil affet bizi tutamadik seni hayatta.. sen hepimizi bir sekilde tuttun da hayatta biz onca insan bi isil edemedik,alamadik acini, acamadik icini, BIZ ONCA BI BOKA YARAMAYAN INSAN! sevdiremedik sana hayati.

hatta en kotusu anlayamadik bile...

sesini duyuyorum isil durup dururken nasil gitmek bu, nasil gittin, nereye gittin sen ?
o son an ne hissettin acaba,bunu dusunuyorum ben hep, gercekten dindi mi acin cidden degdi mi tum bu yikima? 

cok usuyoruz biz burda.

birlikte bozuk kombili evde otururken, ya da taksim karla kapli biz titreye titreye dolasirken usumedigim kadar usuyorum cayir cayir yanan kalorifer dibinde..

sen de usuyosun simdi di mi soguktur toprak, nemlidir bi de. karanliktir orasi...


her seye ragmen..

biz de ölmicez, hayat devam edicek, gulucez tekrar eglenicez, yeni insanlar girecek hayatimiza arafa gidicez,hayale gecicez ardindan hatta, kucuk beyoglunda bulusucaz biz tugba diyarbakirdan gelicek ozan yaninda,  erdal mojito icicek yine, musa soda, biz cerez isticez yanina..
cunku sen oyle isterdin, cunku guldurmeden rahat etmezdin birimizin yuzu asik olsa.

ama..

kalan bos sandalyeye takildikca gozumuz, ellilikleri eksik soyledikce, sari dolmuslarin yanindan beklemeden gectikce, elimiz gittikce telefona rehberde buldukca adini, aramak isteyip de arayamadica...

seni gormek isteyip goremedikce..

bir doluca sisesinden seni icicez, bir filmde seni izlicez, bir sarkida seni dinlicez.biz her geyikte sana gulucez.

biz nefes aldikca seni yasicaz, senin yasayamayacagin o yillari biz senin icin yasicaz.. anlaticaz sana kacirdiklarini,

yanina gelene kadar biz de, tum yasadiklarimiz sana ithaf, gozun arkada kalmasin arkadasim biz isil senkala yasayamayacagi her yili yasatacagiz..

gitmedin sen..

gozumun onundeki kadin konusurken benimle hala, inanamam gittigine,

yok hayir gitmedin bizimlesin hala, sadece her zamanki gibi geciktin biraz..

taksim burgerin onunde seni bekliyoruz..

gel nolur,

gel bi ara...

mutlu sabahlarin baslangici..


sarhoş uyudum o ilk gece, 
öyle ki içmeden, 
mutluluktan dönerken başım, 
tenim değerken sevgilinin tenine, 
ve sıcaklığıyla ısınırken varlığında, 
düşünmeden, 
üşümeden, 
uyudum.. 

mutlu uyandım o ilk sabah. 
burnumda akşamdan kalma bir koku, 
dudağımda çilek hissi bir tat, 
belli ki yarin dudağı değmiş dudağıma, 
belli ki gece kokusundan almışım nefesimi, 
her gece beklerken sabahı, 
bu sefer bitmesin istemişim.
gece boyu görmekten göğsüme yaslı güneşi, 
şaşırmışım saatleri. 
rüya-gerçek kararsız beklerken arafta, 
bir ışık doğdu gözlerimden ruhuma, 
ve uyandı yıllardır uyuttuğum ergen kalbim. 
kutlama sesleri gelirken gaipten, 
ve duyduğum günaydın, 
mozart'ın kaleminden çıkmış bir melodi gibiyken, 
yıllardır eksik, 
tamamlanmayı beklerken, 
mutluyken, 
uyandım..

karışık..







Hani şu amcalar var ya bohem yaşayan, sahilde tekne başında falan görebileceğin, sakalı saçından uzun. Hani sen ne yaşadıysan o çok önceden yaşamıştır ya. Hani oturursun yanına, alır ya tüm derdini. Hani paylaşır şarabını seninle..


Nerede ki onlar?


Bulsam birini pişman olacak inan adam yaşadıklarına, fena kitlicem kaçamicak, öyle ki benim bile bilmediğim dertlerim var sanki bende. Hani sorsan söyleyemem ne olduğunu ama içimde, bunalıyorum resmen sanki ağır bir şeyler. Sanki söylemek istediğim çok şey var ama söyleyemiyorum. biliyorum bir kaçını ama, onları da söyleyemem şimdi muhataplarına. belki sonra.


Öyle karışık..


Yalnız hissettin mi sen hiç kendini?


hani böyle çokluğun içinde hiçlik gibi, etrafın çokken sen yok gibi. görünürde güçlüyken çocuk gibi ?


ne acayip şey dimi, bir sürü arkadaşın var ama sen bakınca göremiyor gibisin kimseyi. aslında kimse gerçekten senin yanında değil gibi. onlar ev sahibi sen onların hayatında misafir gibi. kısası makbul ya bunaltmadan gidilmeli.


Öyle değişik..


işler çığırından çıkınca ne yaparsın sen, bazıları kaçar mesela? ben hep kalırım, öyle ki boka saracak olsa da kalırım altında ezilip kalacak olsam da kalırım. sonra ezilirim.


kalakalırım..


insanları sıktığın hissine kapıldın mı hiç?


çenen açılır tutamazsın, karşındaki ayıp olmasın diye dinler falan sonra, dayanamaz yemişim ayıbını der sıkılır boş boş bakar bir yere belli eder sus isteğini, sonra sessizlik. anlarsın tüh lan dersin sessizlik bozulmaz, sonra saçmalarsın ağzından çaresiz iki kelime çıkar;


eee sonra?


kandırılmış hissettin mi sen hiç kendini?


böle biri söz verir sonra sallar ya da başka sözlerle oyalar seni. bal gibi anlarsın bir şey de diyemezsin sinirlenirsin bozulursun için için patlarsın küsersin dağa ama haberi olmaz. sonra yatışırsın çekmek isteyip de çekemediğin restlerin içinde patlayan parçalarının kriminal analizini yaparsın.


ama bir şey çıkmaz..


ne anlattığını bilmeden bir şeyler anlattığın oldu mu hiç?


ben çok yapıyorum hatta şimdi de. içimdeki bu mu bilmiyorum belki de saçmalıyorum. lan yoksa çok mu içime atıyorum? karışıyo mu ki hepsi? kedilerin oynadığı yumak gibi eğlence çoğuna, gel gör ki çözülmeli bu, ama işkence gibi bana da. ya işte anlatınca da bunları, kafası karışıyo insanların aralarda bağlantı yok daldan dala atlamacalar falan. hayır anlattıklarım da dişe dokunur şeyler olsa gamından yenmez ama anlatamıyorum bile tam olarak ne hissettiğimi, dinleyen bakıyo suratıma ne dedi ki şimdi gibilerden, bi yerden sonra ben bakıyorum kendime ben de merak ediyorum..


harbi yarım saattir ben ne diyorum?

Degistim rehberimle birlikte..







İnsanları rehberime soy isimleriyle birlikte kaydetmeye başladığım gündü sanırım sonumun başlangıcı.


Komik isimler vardi eskiden, ayırt etmek için iki Ahmet'i birbirinden.
Yanına koyulmuş eğreti rakamlar, yada sadece kaydedene anlamlı gelebilecek harf dizileri vardi. Baktıklarında annem babam gülerdi ama, benim için sıcaktı her biri. Baktığımda gerisine yan yana dizilmiş o garip harflerin, dostluk görürdüm samimiyetti her birinin çözülen şifresi.
Hatta daha önceleri güllü dallı defterler vardı. Yeni eklenen her çevir sesi, kalemle kağıdın ateşli sevişmesinden doğardı ve hiçbir fabrika ayarı silemezdi onlari,yazan parmak silgiye azmettirmedikçe. Karşıdaki alo sesini duyabilmek için önce o kağıdın hamur kokusunu duyardın, baş parmağını ıslatıp sayfaları çevirdikçe. Konuşmaya hazırlık süresi gibiydi sanki bu evre. Heyecanını bastırırdın o arada sesini karşılayacak sese karşın. Simdi ise o soğuk tuş sesine alışamadan kulakların, duyuyor duymaya hazır olmadığın sesleri.

Eskiden alo dediğinde karşıdaki ses, rolden role girmeme gerek yoktu nasılsam öyleydim. Bazen yerine göre daha berbat, ama hep kendim.

Neşeliydi her görüşme, kahkahalar girerdi harcanan kontörlerin arasına.
Şimdi kontör kaygısı kalmadı ama kahkahalar da gitti onunla, neşe bıraktı yerini tekdüze bir ses tonuna.
İçeriği karşıdaki kişiden kişiye değişen mehmetlerin tek ortak yönü,o sıkıcı resmiyetti. 'Bey' idi 'Hanim' idi çünkü artık rehberdeki isimlerin çoğu ve acı yani ekseriye hak etmeden almışlardı bu hitapları.

Karşımdaki 'Alo'lar efendileştikçe ve uzaklaştıkça kahkahadan, ben gülümsemelere tutunmaya başladım sahte mimikler arasında. O soyadıyla kayıtlı siluetlerin yalan söylediğini bile bile, yalan söylemeye başladım kendime, kelimelerim inandırıcılıktan uzak olsa da.. Beğenmiş gibi yapamıyorum artık bir arkadaşım saçını boyattığında, ya da şaşıramıyorum artık şaşırmam gereken haberli süprizlere. .

Memo dan mehmet dalyan'a uzanan, o kısa ama yorula yorula uzayan yolda tanıdım hepsini. Beni yoran yolumu uzatan onlardı. İçime öyle işlediler ki müfredatlarını, hırs samanlığında, bulamıyorum bulunmaya muhtaç o toplu iğne yalnızlığındaki içtenliğimi.

Çokluğun içinde yalnızken, hırs olmaya başlıyorum. Yeni gelecek taze içtenliği hazır kandırmaya,

Yeminli gibi kararlı, ifal etmeye masumiyetin iffetini.

En azindan ruyalarim tatli..







Uyku..
Güneş gider, bir süre karanlık..
Yapılacaklar yapılır, sonra vücudun istediği dinlencedir tüm günün bitimi.. İşte tüm günün özeti, ne yaparsan yap yenik düşeceksindir bedenine, gözler kapanır sonrası boşluk..

Uyuyamıyorsan peki ne olur? vücudun direniyorsa sana karanlığa geceye inat, kapamak istiyorsan gözlerini ama onlar ısrarla açılıyorsa geri?
Bitsin istiyorsan o çok sey yaptığını sandığın, ama aslında hiçbir şey yapmadığın gün ve günler.. bitsin istiyorsan zoraki geçirdiğin hasret saatleri o zaman ne olur?
Düşman olur geceler bitmez, tükenmez.. yenilmez..
Bazen bir sivrisinek vızıltısıyla vurur, sıcakla boğar adamı, aklına turlu düşünceler getirir, oyalar seni yorgun düşürür ve yine vurur... Ama hep vurur..
Yenilir yorgunluğun, gözlerin yanar, ama açılır..

Başlarsın saatlere saatler eklemeye ve saydıkça durur onlar ilerlemez. Sen özlemine özlem kattıkça bekler, sen bunaldıkça seyreder, ama o lanet olası akrebe söz geçiremez yelkovan..
İki tur atarsın kitap okursun bazen, televizyon izlersin sana yabancı gelen kelimelere rağmen okuma yazma bilmeyen bir çocuğun kitapta gördüğü resimlere bakan masumiyetinde..
Tahmin oyunu falan oynarsın mesela, televizyondaki adam ne demiş de bu kadar neşelenmiş olabilir, senin bıkkınlığınla dalga geçercesine...
En kötüsü kendini sorgularsın, olduğun yeri inkar edersin, olduğun kişiyi inkar edersin, ama buna gücün yetmez dönersin oyunlara kafandaki düşünceleri uyutup, sen hala ayakta..

Gözlerin hala açık ağaran günü görmeye senden daha hevesli.
Listende ki kişiler bitmiş tüketmişsin tüm hikayeni.
Anlatacak bir öykü bulamazsın, sana kalanlar sevilen bir dizinin tekrar bölümleri gibi güzel belki ama neşeli değil artık, geçmiş son kullanma tarihi, yedikçe zehirlenirsin.

Nankörsün onu da fark edersin, eğleniyorken arayıp sormazsın da işin düştüğünde ararsın ya uykuyu, E bozulmuştur tabi, ayıp etmişsindir. Üzülürsün hayatta ayıp ettiğin ve kırdığın tüm insanlar adına.

İşte şu an yalnızsın, etrafında dört duvar ki artık görmekten sıkılmışsın ve çeşitli aksesuarlar ki onları fark etmeyi uzun zaman önce bırakmışsın. Söz geçiremediğin bedeninle kavgalı, alnından damlayan ter damlalarına hala alışamamış, anıların neredeyse silinmiş..
Dilini bilmediğin bir toprağa seni anlamasa da haykırırsın.. sıkıldım senden!! yetsen de bitsen artık!!
Ama ulaşmaz bile sesin diline kadar patlar icinde, önünde uzanan günleri düşündükçe.
Çaresiz yalakalanırsın iyi geçinmek için kendinle ve iyimserlik oyunu oynarsın aynı zamanda, neşelendirebilmek için seninle birlikte seni sevenlerini de..
Bu oyunu her gece tekrar tekrar oynarsın oyuncağından sıkılmış fakir bir çocuk edasıyla..
Sıkılırsın.. bunalırsın..ve nihayet bitirirsin bir lanet gunu daha..
sonunda uyku, tekrar berbat bir güne açılan bir kapı olsa da..
iyi geceler ben, iyi uykular beni çepeçevre saran görünmez hücrem ve iyi geceler kendimin gardiyanı ben..

En azından rüyalarım tatlı, düşlerimde bulutlar üzerinde uçan bir Peter Pan'im ben..