Ümidim eşsizdi.
Umutsuzlukla geçmiş bilinçli yılların inadına, bilinçsiz bir
rüyaya dalmıştım, istekli ama düşünmeden. İlk kez imkansızı düşlemiştim. Hani
bilirsin olmayacağını ama düşünmek güzeldir. Hani düşlersin ama olmasından
korkarsın… Gerçek düşlerindeki kadar güzel olmayabilir.
Gecelerce düşledim cevapsız iletişimlere rağmen, günlerce
elini tuttum ceplerimin içinde gizli gizli kimse görmeden. Aklımda kaldığı
kadarıyla saçlarını okşadım, hatırlayabildiğim gözlerine baktım uzun uzun.
Hayal gerçek kulağımda kalan birkaç notadan şarkılar türettim. Beceriksizce
tekrar tekrar seslendirdim beynimdeki bu sessiz filmi aralara bolca seni
seviyorum serpiştirerek.
Gözlerim kapanır kapanmaz buluşuyorduk aklımın kuytularında.
Ben oluyordum, o oluyordu bir de benim yarattığım günlük dekorlar. Beynimin
içinde birbirimize doğru koşuyorduk, engelsiz. Hayal bu ya hep mutlu sonla
bitiyordu hikayemiz. Hep gülüyordu mesela, araya kötü karakterler girmiyordu
reklamlardan hemen sonra. Yarıda kalmıyordu hiçbir bölüm sonu, vuslat için
beklemiyorduk haftalarca. Biz hep kavuşuyorduk, onun bu kavuşmalardan haberi
olmasa da.
Bildiğim tek şey çok istedim onu. İstedim ki, bir gün gelsin
tüm düşlerden daha güzel gelsin ellerime. İstedim ki, dudaklarından sevgi
sözcükleri süzülsün kulaklarıma. İstedim ki, o da sevsin beni.
Aptal cesareti işte.
Bir yerlerde cevaplanmayan bir telefon ısrarla çalıyordu.
Faks makinesinin gürültüsünü ancak yanı başımda bağıran iş arkadaşım
susturabiliyordu. Bilgisayarımda birikmiş işlerden ve bu sendromlu
pazartesiden, birden çalan zilin sesiyle uzaklaştım. Çalan kapı ziliydi ve bu
manzarayı katlanabilir kılabilecek tek kişi az önce kapıdan içeri girmişti.
Kaderim ürkek adımlarla yaklaşıyordu. Düşlerim her gün sarıldığı bu yabancıyı
selamlıyordu.
Yanıma oturdu, gülümsedi. Bilemezdi aylardır gönlüme misafir
olduğunu. O bir arkadaşına gülümsemişti, ben alın yazıma.
O geldiği an düşlerimdeki kadın gitmişti. Her gün görüyordum
onu ama artık uyanıkken. Kavuşuyorduk ama hayali çayırlarda değil İETT
duraklarında. Uzun uzun konuşuyorduk ama sevgimizden değil farklı
hayatlarımızdan, uyuşmayan zevklerimizden.
Benim gözlerim yine ondaydı ama onunkiler hep uzakta bir yerlerde.
Zordu, tahmin ediyordum ama o tahminlerin hep ötesindeydi.
Bir şeyi çok isterse insan olur derler ya, sabır her zaman tahammül
edemeyebilir inanca. Olumsuzluklara boyun eğebilir bazen umut. Ben sığındım
ilkine, koştum peşinden delicesine. Nedenler yarattım onunla vapura binebileyim
diye, dua ettim otobüs geç kalsın da onunla on dakika fazla bekleyebileyim
diye. O hep gitti sonra ben arkasından baktım. Bana baktığı her an sonsuzluk,
gözünü kaçırdığı her an ölümdü. O ilgilenmese de benimle, ilgilendiğim kadın
değerdi her şeye. Sabırsızlığımı eğittim, iyimserliğimi biledim. Bekledim.
Uzun suskunluklar arasına birkaç kelimeyi anca
sıkıştırabilmiştik yine. Son yudumlarımızı alıp dalmıştık istiklal caddesinin
insan seline. Çarpa çarpa yol açmaya çalışırken güruhun içinden koluma girdi
birden. İlk defa bu kadar yakındık, düşlerimdeki kadın gülümsüyordu bir yerden.
Uyanmaktan korkup sustum bu düşten.
Konuşamadım sadece yürüdük. Sonra yavaşça
düştü eli kolumdan avucuma, tuttum. Sonsuzluk gibi bir an… Bilmiyordum ne
düşünüyordu, bilmiyordum mutlu muydu bu durumdan. Hatta belki farkında bile
değildi o an. Sadece çok güzeldi. Salt o an için senelerce kurabilirdim aynı
düşleri. O ana değerdi her biri.
Bir an kararsız kaldı çekti sertçe elini, belli ki emin
değildi. Dağıldı yine tüm büyü.
Masal ülkesinden kovulmuştum yine ama bu kısacık an arsız
kılmıştı beni. Hazırdım kapısında beklemeye.
Bekledim günlerce.
O gün geldi, ebedi mutluluğum çağırdı Kadıköy’e. Öyle sıcak
bir yaz akşamı değildi. Kuşlar ötüşmüyordu ağaçlarda, çiçeklerle karşılamadı
bizi masal hayvanları. Basitti her şey, basit ve güzel. Otobüsten indik şehrin
gürültüsüne, arabaların yüzümüze üfürdüğü egzoz dumanlarından kaçtık, Eminönü
vapuru son çağrısını yapıyordu yolcularına.
Bir iki adım attık ki düşlerimdeki o el, daha önce bir an
bulup kaybettiğim o el, o sımsıcak el elime dokundu avucumu aradı usulca içine
sokuldu. Tereddüt yoktu kendinden emin girivermişti kalbime. Masal gibi
değildi, hayal gibi değildi düpedüz basit ve gerçekti. Aylarca gelmesini delice
istediğim ama bir o kadar da korktuğum gerçek gelivermişti. Basit bir günde
öylesine bir yerde buluvermişti beni. İmkansız gördüğüm, süslü hayallerle
gözümde büyüttüğüm mutluluk öylece gelivermişti.
Ağdalı sözlere gerek duymamıştı. Teatral mizansenlere
başvurmamıştı. Sevgisini anlatmak için şiirsel mekanlara ihtiyacı yoktu.
Oracıkta ufacık bir hareketle koskoca bir hikayeyi en saf haliyle koyuvermişti
ortaya. İkimiz de mutluyduk. Sadece mutluyduk.
Konuşmadan yürüyorduk, adım adım geleceğimize yürüyorduk el
ele. Artık korkmuyordum dualardan. Gerçek düşlerimden çok daha güzeldi,
bakışları gibi, dokunuşu gibi yalın ve güzeldi.
Beklemeye değecek beklemeler hep zor ama hep güzel.
Umutsuzluktan çıkan ümit, farklılıktan çıkan uyum hep güzel. Onu düşünmek, onu
ümit etmek her şeye rağmen hep güzeldi, hala güzel.